Ustalık gerektiren kafaya takmama sanatı, ya da Her Şey Boktan kitabında Mark Manson şuna benzer bir şey diyordu: Bazı günler kötü hissederiz ve buna kafayı takıp hiçbir şey yapasımız gelmez, devam edecek gücü zor buluruz, ama yıllar önce bir köylü o gün kötü hissettiğinde ''evet kötü bir gün ama tarlanın sürülmesi, ekinlerin sulanması lazım'' deyip hayatına devam ediyordu.
Bu açıdan cahillik mutluluk demesek de, hayata devam etmeyi kolaylaştıran bir şey olduğu kesin. Az bilmek ya da farkında olmamak öyle en azından. Çok düşünmek ve bu düşüncelere yoğunlaşmak; dünyanın öbür ucundaki acılardan bile haberdar olup yaşamaya devam ettiğimiz günümüzde mutlu olmayı, hayattan keyif almayı çok çok daha da zor kılıyor.
1923 yılında ücra bi kasabada geçen bu filmde de karamsarlık, umutsuzluk teması ve gelişen olaylar insanı düşündürüyor. Sanki insanlık olarak yüzyıllar geçse de bizden önce yaşayanlarla içimizde aynı fırtınalar kopuyor. Varoluşsal sancılarımız, insanın anlam arayışı, nefret, intikam, savaş, keder, özlem, aşk.. gibi temalar etrafında sahne dekoru, oyuncular değişiyor ama birbirinin aynısı oyunlar sahneleniyoruz. Hayatın sırrını çözmeye bir insan ömrü yetmez sözüne katılıyor ve filmdeki sevdiğim bir replikle sözümü tamamlıyorum:
---
spoiler ---
+ kitap nasıl?
- üzücü
+ üzücü mü? üzücü olmayan kitap oku Siobhán, yoksa üzülürsün
---
spoiler ---